GİRİŞ
Yürürlükte olan en eski kanunlarımızdan birisi 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK1)’dur. Hemen hemen Cumhuriyetimizle yaşıt olan bu Kanun, 9 Haziran 1932 tarihinde kabul edilmiş, sonrasında bazı maddeleri günün değişen koşullarına göre muhtelif tarihlerde değişikliğe uğramıştır. Bu değişiklerden birisi de, ticareti terk suçunu düzenleyen ve 6 Haziran 1965 tarihinde yürürlüğe giren 538 sayılı Kanunun 22’nci maddesiyle değiştirilen 44’üncü maddedir. Anılan değişiklik, o dönemde yaşanan ve günümüz itibariyle de geçerliliğini koruyan, ticareti terk eden kötü niyetli borçluların iş yerlerini terk etmeleri ve ellerindeki malları başkalarına devrederek alacaklılarını zarara uğratmalarıyla mücadele etmek amacıyla yapılmıştır.
İİK’nın bahsigeçen 44’üncü maddesinde ticareti terk eden tacir açısından alacaklıların haklarını korumaya yönelik olarak bir takım yükümlülükler öngörülmüş, bu yükümlülüklere aykırı davranmanın yaptırımı da 337/a maddesinde gösterilmiştir. Bir ticaret şirketi türü olan limited şirketler de, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu2 (TTK)3’nun 16’ıncı maddesi uyarınca tacir sayılmaktadır. Buna karşılık, İİK’nın 44 ve 337/a maddesi hükümlerinin limited şirketler ile müdürlerine uygulanıp uygulanmayacağı hususu, öğreti ve yargı kararlarında uzunca bir süre tartışma konusu olmuş, son yıllarda yerleşik hale gelen içtihatlar ile de bu konu açıklığa kavuşturulmuştur. İşte bu çalışmada, ticareti terk suçunun limited şirket müdürlerine uygulanıp uygulanmayacağı hususu, ilgili yüksek yargı kararları ışığında, ele alınmaktadır.
1. LİMİTED ŞİRKET MÜDÜRLERİNİN TİCARETİ TERK SUÇUNDAN CEZALANDIRILIP CEZALANDIRILMAYACAĞI HUSUSU
İİK’nın “Ticareti Terk Edenler” başlıklı 44’üncü maddesi uyarınca, ticareti terk eden bir tacir onbeş gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayımlandığı gazetelerde ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mutat ve münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan masraflarını ödemeyen tacir beyanda bulunmamış sayılır. Bu ilan tarihinden itibaren bir sene içinde, ticareti terk eden tacir hakkında iflas yolu ile takip yapılabilir. Ticareti terk eden tacir, mal beyanının tevdii tarihinden itibaren iki ay müddetle haczi kabil malları üzerinde tasarruf edemez.Mal beyanını alan merci, keyfiyeti tapu veya gemi sicil daireleri ile Türk Patent Enstitüsüne bildirir. Bu bildiri üzerine sicile, temlik hakkının iki ay süre ile tahdit edilmiş bulunduğu şerhi verilir. Keyfiyet ayrıca Türkiye Bankalar Birliğine de bildirilir.
Belirtilen yükümlülüklere aykırı davranmak ise, İİK’nın “Ticareti terk edenlerin cezası”  kenar başlıklı 337/a maddesinde;
“44 üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez. Borçlunun iflası halinde, birinci fıkradaki durum ayrıca taksiratlı iflas hali sayılır.” hükmü ile cezaî yaptırıma bağlanmıştır.

İİK’nın 44’üncü maddesinin gerekçesinde ise “Ticareti terk etmek suretiyle alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle mücadele etmek kaçınılması imkânsız bir zaruret halini almıştır. Bilhassa son senelerde ticareti terk eden kötü niyetli borçluların iş yerlerini terk ettikleri ve ellerinde malları başkalarına devrederek alacaklılarını zarara uğrattıkları sık sık görülen hakikatlerdendir. Ticareti terk ederek alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle tesirli bir şekilde mücadeleyi temin için İcra İflas Kanunu sistemi içinde madde tadil edilmiş, ayrıca bu maddeye muhalefet 337/a maddesiyle cezalandırılmıştır.” denilmiştir.
Dolayısıyla, ticaret terk suçunun oluşabilmesi için;
1- Ticareti terk eden tacirin onbeş gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret sicili müdürlüğüne bildirmemesi ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaması,
2- Mal beyanında mevcudun eksik gösterilmiş olması,
3- Aktifte yer alan malın veya yerine kaim olan değerin haciz veya iflas sırasında gösterilmemesi,
4- Mal beyanından sonra, beyan edilen bu mallar üzerinde tasarruf edilmesi gereklidir.
Kanun maddesinde gösterilen bu seçimlik hareketlerin herhangi birisinin işlenmesiyle diğer şartların da gerçekleşmesi halinde suç oluşacaktır. İİK’nun 44’üncü maddesine uygun olarak mal beyanında bulunulduğundan söz edebilmek için; tacirin ticareti bıraktıktan sonra onbeş gün içinde durumu ticaret siciline bildirmesi ve bütün aktif ve pasifleri ile alacaklıların isim ve adreslerini içerecek şekilde mal bildiriminde bulunması zorunludur. Bunun yanında, suçun oluşması için, tacirin yukarıda gösterilen hareketlerinden dolayı alacaklının zarar görmesi gerekir. Ancak İİK’nun 337/a maddesinin ikinci fıkrasındaki; “Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez.” hükmü uyarınca, alacaklının zarar görmediğini ispat etme zorunluluğu tacire aittir.
Ayrıca, anılan suçun oluşabilmesi için, ticareti terk eden borçlunun, Türk Ticaret Kanunu anlamında tacir olması gerekir. Türk Ticaret Kanunu’nda “bir ticari işletmeyi kısmen dahi olsa kendi adına işleten kimse” olarak gerçek kişi tacirin tanımı yapıldıktan sonra, “Ticaret şirketleriyle, amacına varmak için ticari bir işletme işleten vakıflar, dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere Devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri tarafından kurulan kurum ve kuruluşlar  da tacir sayılırlar.” denilmiş, ticaret şirketleri de “kolektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketleri” olarak sayılmıştır.
Bu düzenlemelere karşılık, yerel mahkemeler ile Yargıtay’ın ilgili Daireleri, belirli bir döneme kadar, ticareti terk suçunun gerçek kişi tacirler için geçerli olup, ticaret şirketleri yönünden geçerliliği bulunmadığı yönünde kararlar vermiştir. Örneğin; sanığın İİK’nın 337/a maddesinde düzenlenen ticareti terk suçunu işlediği iddiasıyla açılan davada, “TTK. 36. maddesinde sayılan kollektif, anonim, limited  ve kooperatif şirketlerinin müdür ve yetkilileri yönünden İİK.nun 337/a  maddesindeki  yaptırıma bağlanmış  ticareti terk suçunun işlenmesinin mümkün olmadığı, sadece gerçek kişi tacirler hakkında uygulanabileceği” gerekçesiyle sanığın beraatine ilişkin yerel İcra Ceza Mahkemesince verilen hükmün temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesi 03.10.2011 tarihinde;
“Türk Ticaret Kanunu’nda ticaret şirketleri yönünden, ‘ticareti terk’ değil, infisah ve tasfiyenin öngörüldüğü, ticaret şirketlerinin her biri için infisah ve tasfiye yolunun ayrı ayrı gösterildiği, tasfiye sonunda terkin işlemi için tasfiye bilançosu ile birlikte başvurulduğundan ve zaten tasfiye sonucu ticaret şirketinin herhangi bir mal varlığı da kalmadığından tasfiye memurunun ya da şirket yetkilisinin İİK’nun 44. maddesine göre mal beyanında bulunmasının söz konusu olmayacağı; terkin işleminden sonra ticaret şirketinden alacağı bulunduğunu iddia eden bir alacaklının, bu alacağını ancak terkin edilen ticaret şirketini yasaya göre ihyasını sağlamak suretiyle tahsil edebileceği; ticaret şirketinin işi bırakmasının ancak tüzel kişiliğinin ortadan kaldırılması ile mümkün olduğu, bu nedenle tüzel kişiliği sona erdirilmemiş bir ticaret şirketinin ticari işletmeyi kapattığından, dağıttığından (terk ettiğinden) söz edilemeyeceği, İİK’nın 44. maddesinin ikinci fıkrasındaki tacirden maksadın, gerçek kişi olan tacirler olduğu, tüzel kişi tacirler (ticaret şirketleri) hakkında 44. maddenin 2. fıkrasının uygulama kabiliyeti olmadığı; ticaret şirketleri, ticareti terk edince tasfiyeye gireceklerinden ve tasfiye sonunda şirketin ticaret sicilindeki kaydının silinmesinden sonra tüzel kişiliği son bulacağından, artık, ticaret şirketlerini sicilden silindikten sonra iflas yolu ile takip etmeye imkan olmadığı; her ne kadar İİK›nun 44. maddesinin gerekçesinde, ticareti terk eden kötü niyetli borçluların işyerlerini terk ederek ve ellerindeki mallarını başkalarına devrederek alacaklılarını zarara uğratmaları nedeniyle İİK›nun 337/a maddesindeki yaptırım düzenlendiği belirtilmekte ise de, ticaret şirketleri yönünden ticareti terk değil ortaklık ilişkisinin sona erdirilebileceğinden, buradaki borçlu ifadesiyle gerçek kişi tacirin kastedildiğinin kabulünün zorunlu olduğu, kaldı ki, Kanunun 345. maddesi uyarınca sorumlu tutulması gereken ticaret şirketlerinin müdür/yetkilileri tarafından alacaklıları zarara uğratmaya yönelik eylemlerinin cezasız bırakılmadığı, nitekim Kanun’un 331, 333/a, 345/a maddelerinde gerekli yaptırımlar düzenlendiği gibi, unsurları bulunduğu takdirde 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda müeyyideye bağlanan hileli iflas veya dolandırıcılık suçlarından da cezalandırılabilmeleri mümkün olduğu, diğer bir deyişle ticaret şirketlerinin müdür/yetkililerinin alacaklıyı zarara uğratan bu tür davranışlarının yaptırımsız kaldığından söz edilemeyeceği; bu itibarla ticaret şirketlerinin müdür veya yetkililerinin İİK’nın 337/a maddesinde yaptırıma bağlanan ticareti terk suçunu işlemeleri yasal olarak mümkün olmadığı” gerekçesiyle yerel mahkeme kararını onamıştır4.
Buna karşılık, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 23.11.2011 gün ve 138771 sayı ile;
“6762 sayılı TTK’nun 14. maddesinde belirtilen gerçek kişi tacirlerin yanında, 136. maddesinde sayılan ticari şirketlerin ve bu bağlamda bir ticari şirket türü olan limited şirketin, 18. maddesi uyarınca ‘tacir’ olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
İİK’nun 44. maddesinde ‘ticareti terk eden tacir’ ifadesi kullanılmış olup bu ifadenin yalnızca gerçek kişi tacirleri kapsadığına ilişkin herhangi bir kısıtlayıcı hüküm konulmamıştır. O halde tacir sayılan limited şirketlerin,  temsil ve idareye yetkili müdürlerinin, şirketin ticareti terk etmeleri halinde İcra İflas Kanunu’nun 44. maddesindeki yükümlülükleri yerine getirmeyeceklerine ilişkin bir istisna getirilmediğine göre, tıpkı gerçek kişi tacirler gibi aynı Kanunun 337/a maddesi uyarınca cezalandırılmalarına da bir engel bulunmamaktadır. Diğer yandan, İİY’nın 44. maddesinde yapılan değişikliğin ‘ticareti terk eden kötü niyetli borçluların’ bu davranışlarının önlenmesi amacıyla yapıldığı da gerekçede açıkça ifade edilmektedir.
Ticari şirketi temsil ve idareden sorumlu müdür ve yetkililerinin bu suçu işleyemeyeceklerinin kabulü halinde, ticareti terk suçunu işleyen gerçek kişi tacirlerin İİK’nun 337/a maddesi uyarınca cezalandırılmaları gerekecek, ancak aynı fiili işleyen ve İİY’nun 345. maddesi uyarınca bu fiilden sorumlu tutulması gereken ticari şirket müdür ve yetkililerinin cezai sorumluluktan muaf tutulmaları anlamına gelecektir ki bunun kanuni bir dayanağı bulunmamaktadır.
Yüksek Özel Daire kararında tüzel kişi tacirler (ticaret şirketleri) hakkında 44. maddesinin 2. fıkrasının uygulama kabiliyetinin olmadığını belirtmiş ise de, aynı Kanun ve 44. maddesinin 1. fıkrasındaki düzenleme göz önüne alınmamıştır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 01.06.2010 tarih ve 2010/16.HD-75 esas 2010/129 kararı da aynı yöndedir.
Belirtilen gerekçelerle, borçlu şirket hakkında 08.04.2008 tarihinde başlatılan icra takibinde takip hukukuna ilişkin bir kısım işlemler yapılmasına karşın, borçlunun ticaret sicilinde kayıtlı olduğu adresinde haciz işlemi yapılmamıştır. Bir başka anlatımla borçlunun ticareti terk edip etmediği belirlenmemiştir. Bu durumda yargılamaya devamla fiili durumun araştırılarak sanığın yöneticiliğini yaptığı şirketin ticareti gerçekten terk edip etmediği yönünde zabıta araştırması yaptırılarak ve kayıtlı olduğu Vergi Dairesi Müdürlüğünden mükellefliğinin devam edip etmediği sorularak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir edilmesi gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde beraat kararı verilmesi nedeniyle bozma kararı verilmesi gerekir.” görüşüne dayalı olarak itiraz yoluna başvurmuştur.
Yargıtay 16. Hukuk Dairesi ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan bu uyuşmazlık, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve sonucunda Ceza Genel Kurulu tarafından oyçokluğu ile alınan 14.02.2012 tarihli, E.2011/509, K.2012/30 sayılı kararda;
“İİK’nın 44. maddesinde “ticareti terk eden tacir” ifadesi kullanılmış olup bu ifadenin yalnızca gerçek kişi tacirleri kapsadığına ilişkin herhangi bir kısıtlayıcı hüküm konulmamıştır. O halde tacir sayılan limited şirketlerin,  temsil ve idareye yetkili müdürlerinin, şirketin ticareti terk etmeleri halinde İcra İflas Yasası’nın 44. maddesindeki yükümlülükleri yerine getirmeyeceklerine ilişkin bir istisna getirilmediğine göre, tıpkı gerçek kişi tacirler gibi aynı Yasanın 337/a maddesi uyarınca cezalandırılmalarına da bir engel bulunmamaktadır. Diğer yandan, İİY’nın 44. maddesinde yapılan değişikliğin “ticareti terk eden kötü niyetli borçluların” bu davranışlarının önlenmesi amacıyla yapıldığı da gerekçede açıkça ifade edilmektedir.
Ticari şirketi temsil ve idareden sorumlu müdür ve yetkililerinin bu suçu işleyemeyeceklerinin kabulü halinde, ticareti terk suçunu işleyen gerçek kişi tacirlerin İİY’nın 337/a maddesi uyarınca cezalandırılmaları gerekecek, ancak aynı fiili işleyen ve İİY’nın 345. maddesi uyarınca bu fiilden sorumlu tutulması gereken ticari şirket müdür ve yetkililerinin cezai sorumluluktan muaf tutulmaları anlamına gelecektir ki bunun yasal bir dayanağı bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, sanığın suç tarihini de içine alacak şekilde … Ürünleri Ticaret Taşımacılık Limited Şirketini temsile yetkili olup, şirket aleyhine yapılan icra takibi sırasında  Antalya 2. İcra Dairesince çıkartılan tebligatın şirketin ticaret siciline kayıtlı adresinden taşınmış olması nedeniyle iade edildiği, bunun üzerine Tebligat Yasasının 35. maddesine göre tebliğ işleminin yapıldığı, yargılama aşamasında ticaret sicili müdürlüğüne, vergi dairesine ve emniyet müdürlüğüne yazılan yazı cevapları beklenmeden beraat kararı verildiği anlaşılmaktadır. Adresin değiştirilmesi olgusunun tek başına ticaretin terk edildiği anlamına gelmeyeceği de göz önüne alınarak, sanığın müdürü olduğu şirketin ticareti terk edip etmediğinin araştırılması ve sonucuna göre, şirketin müdürü olan sanık açısından İİY’nın 337/a maddesinde düzenlenen suçun oluşup oluşmayacağının değerlendirilmesi zorunludur.”
denilerek, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itirazı kabul edilmiş, 16. HD’nin onama kararı kaldırılmış ve yerel mahkeme hükmü de bozulmuştur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2012 yılı içerisinde almış olduğu 14.02.2012 tarihli ve 2011/505, 513 esas sayılı, 21.02.2012 tarihli ve 2011/506, 510 esas sayılı kararlar da, benzer yöndedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun sonraki dönemlerde almış olduğu 04.11.2014 tarihli,  E.2013/11-821, K.2014/478 sayılı; 27.05.2014 tarihli, E.2013/16-100, K.2014/278 sayılı; 24.02.2015 tarihli ve  E.2013/16-502, K.2015/10 sayılı kararlarında da, Ceza Genel Kurulunun bahsigeçen kararlarına atıfta bulunularak aynı sonuca ulaşılmış ve  ticareti terk etme suçunun limited şirketin müdürleri hakkında da uygulanabileceğine, müdürlerin de tıpkı gerçek kişi tacirler gibi İİK’nın 337/a maddesi uyarınca cezalandırılmalarına engel bulunmadığına hükmedilmiştir.
Dolayısıyla, limited şirketin ticareti usulüne aykırı olarak terk etmesi halinde, şirket müdürlerinin, alacaklıların şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması mümkündür.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 49’uncu maddesinin ikinci fıkrasında “hükmedilen bir yıl veya daha az süreli hapis cezası, kısa süreli hapis cezası” olduğu belirtilmiş, aynı Kanunun 50’inci maddesinde ise kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar düzenlenmiştir. Bu çerçevede, kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre;
a) Adlî para cezasına,
b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesine,
c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkanı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye,
d) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya,
e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanmaya,
f) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya çevrilebilir.
Uygulamaya bakıldığında, ekonomik bir suç olması da gözetilerek, ticareti terk etme suçunun kısa süreli hapis cezasının genelde adli para cezasına çevrildiği görülmektedir. Bu çevirme sırasında esas alınacak para miktarları, TCK’nın 52’inci maddesinde yer almaktadır. Anılan maddede; adlî para cezası, beş günden az ve kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde yediyüzotuz günden fazla olmamak üzere belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması suretiyle hesaplanan meblağın hükümlü tarafından Devlet Hazinesine ödenmesi olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla, mahkeme, kişinin ekonomik ve diğer şahsi halleri göz önünde bulundurarak, bir gün karşılığı en az 20 TL ve en fazla 100 TL olmak üzere, kısa süreli hapis cezası adli para cezasına çevirebilir5. Kararda, adlî para cezasının belirlenmesinde esas alınan tam gün sayısı ile bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ayrı ayrı gösterilir. Hakim, ekonomik ve şahsi hallerini göz önünde bulundurarak, kişiye adlî para cezasını ödemesi için hükmün kesinleşme tarihinden itibaren bir yıldan fazla olmamak üzere mehil verebileceği gibi, bu cezanın belirli taksitler halinde ödenmesine de karar verebilir. Taksit süresi iki yılı geçemez ve taksit miktarı dörtten az olamaz. Kararda, taksitlerden birinin zamanında ödenmemesi halinde geri kalan kısmın tamamının tahsil edileceği ve ödenmeyen adlî para cezasının hapse çevrileceği belirtilir.
Bu itibarla, ticareti usulüne aykırı şekilde terk eden limited şirketin müdürlerine uygulanacak hapis cezasının, mahkemelerce 1.800 TL ile 36.500 TL arasında değişen tutarlarda adlî para cezasına dönüştürülmesi mümkündür.
SONUÇ
Ticareti usule aykırı şekilde terk ederek alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle mücadele etmek için, İcra ve İflas Kanunu ile ticareti terk eden tacirlere, onbeş gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirme ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren mal beyanında bulunma zorunluluğu getirilmiştir. Aynı Kanunla, mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden tacirin, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı hükme bağlanmıştır. Yerel mahkemeler ile Yargıtay Özel Daireleri belirli bir döneme kadar, ticareti terk suçunun gerçek kişi tacirler için geçerli olup, ticaret şirketleri yönünden geçerliliğinin bulunmadığı, bu nedenle ticaret şirketlerinin müdür veya yetkililerinin ticareti terk suçunu işlemelerinin yasal olarak mümkün olmadığı yönünde kararlar vermiştir.
Buna karşılık, Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2012 yılı ve sonrasında almış olduğu müteaddit kararlarda, ticareti terk etme suçunun limited şirketin müdürleri hakkında da uygulanabileceğine, müdürlerin de tıpkı gerçek kişi tacirler gibi cezalandırılmalarına engel bulunmadığına hükmetmiştir. Artık yerleşik hale gelen söz konusu içtihat, bütün mahkemeleri bağlayıcı bir niteliğe kavuşmuştur.  Dolayısıyla, limited şirketin ticareti usulüne aykırı olarak terk etmesi halinde, şirket müdürlerinin, alacaklıların şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması mümkündür. Bu çerçevede, limited şirket müdürlerinin, şirketin ticareti usulüne uygun şekilde terk etmesine özen göstermeleri, bu hususta tasfiye mekanizmasını tercih etmeleri menfaatlerine olacaktır.
KAYNAKÇA
Haluk Çolak, Uğurtan Altun, Kısa Süreli Hapis Cezaları, Seçenekli Yaptırımlar ve İnfaz Rejimleri, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı:67, 2006, s.163-229
T.C. Yasalar (09.07.1956) 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu, Ankara: Resmi Gazete (9353 sayılı)
T.C. Yasalar (14.02.2011) 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu, Ankara: Resmi Gazete (27846 sayılı)
T.C. Yasalar (19.06.1932) 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu, Ankara: Resmi Gazete (2128 sayılı)
T.C. Yasalar (12.10.2004) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, Ankara: Resmi Gazete (25611 sayılı)
Yargıtay CGK’nun (14.02.2012) E.2011/509, K.2012/30 sayılı kararı.
Yargıtay CGK’nun (14.02.2012) E.2011/505, K.2012/28 sayılı kararı.
Yargıtay CGK’nun (21.02.2012) E.2011/510, K.2012/44 sayılı kararı.
Yargıtay CGK’nun (04.11.2014) E.2013/11-821, K.2014/478 sayılı kararı.
Yargıtay CGK’nun (27.05.2014) E.2013/16-100, K.2014/278 sayılı kararı.
Yargıtay CGK’nun (24.02.2015) E.2013/16-502, K.2015/10 sayılı kararı.
1-Çalışmamızda, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu için “İİK” kısaltması kullanılmıştır.
2-14 Şubat 2011 tarih ve 27846 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
3-Çalışmamızda, 13 Ocak 2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu için “TTK” kısaltması kullanılmıştır.
4-Yargıtay CGK’nun 14.02.2012 tarihli ve  E.2011/509, K.2012/30 sayılı kararı.
5-Haluk Çolak, Uğurtan Altun, Kısa Süreli Hapis Cezaları, Seçenekli Yaptırımlar ve İnfaz Rejimleri, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı:67, 2006, s.163-229
Kaynak:Bu Makale Vergi Sorunları Dergisi’nin Ağustos 2016 Sayısında Yayımlanmıştır.