6183 sayılı AATUHK’nun 102. maddesinde amme alacağının vadesinin rastladığı takvim yılını izleyen yılın başından itibaren (5) yıl içinde tahsil edilmeyen alacaklarının zamanaşımına uğrayacağından bahis edilmektedir.[1] Keza, aynı yasanın 103. maddesinde ise ödeme, haciz tatbiki[2], cebren tahsil ve takip işlemleri neticesinde yapılan her çeşit tahsilatlar, ödeme emri tebliği, mal beyanı, mal edinme ve mal artışlarının bildirilmesi, sayılan işlemlerden herhangi birinin şahsi kefile veya yabancı kişi ve kurumların mümessillerine tatbiki veya bunlar tarafından yapılması, ihtilaflı kamu alacaklarında yargı organlarından bozma kararlarının gelmesi, amme alacağının güvenceye bağlanması, yargı organları tarafından yürütmenin durdurulmasına karar verilmiş olması, iki kamu idaresi arasında mevcut bir borç için alacaklı kamu idaresi tarafından borçlu amme idaresine borcun ödenmesi için yazılı olarak başvurulması, amme alacağının özel yasalara göre ödemek üzere müracaatta bulunulması ve/veya ödeme planına bağlanması halinde “zamanaşımının kesileceği” ve kesilmenin rastladığı takvim yılını takip eden yılın başından itibaren yeniden çalışmaya başlayacağı hüküm altına alınmıştır.[3]
Bilindiği gibi, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanunun 40 ve 41. maddelerinde yazılı esaslara göre yapılan ödemelerin yapılması söz konusudur. Ödeme 40. madde uyarınca yapılmışsa, bu maddede öngörülen alacaklı tahsil dairesinin yetkili ve sorumlu memurları tarafından kesilecek makbuzun tarihi, ödemenin yapıldığı tarihi göstereceğinden, zamanaşımı o tarihte kesilmiş sayılmaktadır. Ödemeler bazen bankalara da yapılabilmektedir. Bu durumda da aynı kurallar geçerlidir.
Zira, kanuna uygun şekilde yapılan ödeme, ancak bu yolla rızaen yapılan tahsil işlemini ifade etmektedir.[4] Şayet ödeme hususi ödeme şekilleri uyarınca yapılmışsa[5] çekin tahsil dairesine verildiği; paranın bankaya yatırıldığı; münakale emri üzerine paranın tahsil dairesi hesabına geçtiği gün ödeme yapılmış sayılacağından, zamanaşımı da o gün kesilmiş sayılacaktır.[6]
Çek veya münakale emrinin herhangi bir nedenle tediye edilmemesi halinde amme alacaklısının borçluya karşı rucü hakkı saklı olduğundan (md.42/2) bu hallerde zamanaşımının kesilmesinden söz edilemeyeceği açık bir konudur.
Diğer taraftan, bazı amme alacaklarının hususi kanunlarında makbuz verilmesinden başka şekillerde ödenmesi halinde de kanuna uygun ödeme bahis mevzuudur.[7] Basılı damga vurulması veya istihkaktan kesinti yapılması şekilleri ile yapılan ödemeler de zamanaşımını kesmektedir.
Uygulamada, tahsil zamanaşımını kesen nedenlerden olan ödeme konusunda, uygulamada farklı bir yol takip edilmektedir. Vergi daireleri tarafından borçlu mükellefin bilinen adresinin tespit edilmemesi ve gerekli tahsilatın yapılmaması halinde, zamanaşımı süresinin son günlerinde vergi dairesinin memur, şef, müdür yardımcısı ve müdürü tarafından cüz’i bir ödeme yapılıp tahsil zamanaşımını kesmektedirler[8] Olayın bu boyutu artık gazete manşetlerine de taşınmış durumdadır. Yine, bir yerel vergi mahkemesi kararında da benzeri bir durum nedeniyle mükellefin bilgisi dışında idare tarafından yatırılan cüzi miktardaki paralar nedeniyle zamanaşımını kesmeye yönelik yatırılan paralar zamanaşımını kesmeyeceğine ilişkin karar verilmiştir. Gazete haberlerinde “vergi gelirlerini arttırmak için mükellefi mercek altına alan Maliyeyi zamanaşımı telaşı sardı. Vergi dairelerinde vergi müdürleri, dosyaların zamanaşımına uğramaması için kendi ceplerinden 1 veya 5 lira yatırıyor… kamunun saymanı durumunda bulunan müdürler, herhangi bir kusurları bulunması durumunda vergi borcunu kendi cebinden ödemek zorunda kalıyor….” Denilmektedir.[9]
Muvazaalı olarak kesilen bu zamanaşımında, bulunamayan mükellefin bunu iddia ve ispat etmesi mümkün değildir. Diğer taraftan, uzun süre bulunamayan bir mükellefin kendi aleyhinde olan ve büyük bir borca karşılık cüzi bir miktarın ödemesini kabul etmek iyimserlik olur[10] Vergi borcunun ödenmesi sırasında, borcun kimin tarafından ödendiğinin sorulmaması nedeniyle bunun da ispat edilmesi son derece zordur. Ancak, bu borcun mükellefin kendisi tarafından yatırılmadığının ispat külfeti bunu iddia eden borçluya ait olacaktır.[11] Borçlunun da bunu iddia etmesi şeklen mümkün olamayacaktır. Kanaatimizce büyük meblağa baliğ olan bir borca karşılık küçük bir ödemenin yapılması muvazaa olarak kabul edilmeli ve zamanaşımının kesilmemesi gerektiğini düşünmekteyiz.[12] Gerçekten de ortada bulunmayan ve uzun zamandır hiçbir beyanname vermeyen ve münfesih duruma düşmüş bir şirket vergi dairesine ödeme yapmamaktadır. Peki, bu münfesih duruma düşmüş şirketin vergi borçlarını bilhassa yıl sonuna doğru kim ödemektedir? Üstelik ödemeler sembolik birer meblağdır.[13]
Vergi dairesinin bu yola başvurmasının şu sakıncaları olacaktır:
Bir kere tahakkuk etmiş ve tahsiline imkan olmayan uzun zamandır takip edilen bir vergiye ait zamanın yeniden uzatılması vergi dairesinin tahsilat oranını düşürmektedir.
İkincisi, cebinden para yatırarak zamanaşımı süresini uzatan yetkili kendisinden sonraki süreçte görev alacak yöneticiyi riske atmaktadır[14] Yani cebinden para yatıran yönetici o dönemlerde zamanaşımı riskinden kurtulmakta ancak sonraki yöneticiler adresi bilinmeyen ve bulunamayan mükellefin dosyasını takipte sıkıntı yaşayacak muhtemelen o da aynı yöntemi deneyecek ve bu süreç uzayıp gidecektir.[15]
Bu durumda vergi dairesinin yapacağı işlem şu olmalıdır;
Madem zamanaşımı kanunda öngörülmüş bir haktır, o halde borçlu olan mükellefin adresi bilinemiyor, mükellefle irtibat kurulamıyor ve tahsilat yapılamıyorsa dosya tekamül ettikten sonra zamanaşımı kaçınılmaz olacaktır. Burada vergi dairesinin dikkat edeceği husus, adres araştırmasını titizlikle yapması, borçlunun mal varlığını Türkiye genelinde araştırması ve dosyayı tekamül ettirmesidir.
Böylece devletin alacağı gibi öngörülen ancak tahsil imkanı olmayan vergi ortadan kalkmış olacak hem de vergi dairesi sürüncemede olan bir dosyadan kurtulmuş olacaktır.
[1] Bkz. İzmir 3. Vergi Mahkemesinin, E:2010/1612-K:2011/557 sayılı kararları.
[2] Bilindiği üzere, ödeme emrinin usulüne uygun tebliğinden sonra haciz başlatılabilir. Usulüne uygun ödeme emri tebliğ edilmediği takdirde haciz yapılamaz. Ödeme emri tebliğ edilmeden de ne e-haciz ve ne de diğer genel hacizler tatbik edilemez. Vergi dairesi tarafından Türkiye çapında malvarlığı araştırması da yapılamaz.
[3] SAKAL Mustafa, “Vergide Tahsil Zamanaşımı Yönünden Bir Yargı Kararının Analizi, İZSMMO Dayanışma Dergisi,Ağustos 2008, Sayı:103, s. 62
[4] VUK md.23
[5] AATUHK md.41
[6] AATUHK md.44
[7] AATUHK md.40/2
[8] ARSLAN Mehmet, “6183 sayılı AATUHK’da Yer Alan Zamanaşımı ve Vergi Borcu Zamanaşımına Girmesin Diye İdarenin Yaptığı Ödemenin İrdelenmesi”, Lebin Yalkın Mevzuat Dergisi, Ocak 2008, Sayı:49, s.474-475
[9] Zaman Gazetesi, Ekonomi Sayfası, Kasım-2007
[10] Böyle bir durum karşısında mükellefin bilgisi dışında idarenin para yatırmasının yasal dayanağı bulunmamaktadır. Kaldı ki, vergi dairesinin mükellefin gıyabında mükellefin borcuna mahsuben para yatırması olanaksızdır.
[11] VUK md.3
[12] Bkz. ARSLAN Mehmet, agm. s. 475
[13] Dnş. 7. D. kararı, 6.12.2005 gün ve E:2003/924-K:2005/3145 sayılı kararları.
[14] Bu şekilde bir işlem Türk Ceza Yasasına göre görevi kötüye kullanma suçuna neden olan bir fiildir. Böylelikle bu suçu işleyen devlet memuru hakkında suç duyurusu başlatıldığı takdirde görevi kötüye kullanmadan dolayı yargılanabilir. (Bkz. TCK md. 257)
[15] ARSLAN Mehmet, agm. s.475
Kaynak:Av. Nazlı Gaye Alpaslan Güven- Hurses