Devlet, harcamalarını karşılamak amacıyla kanun koyarak kendisini oluşturan halktan zorla vergi alır. Vergileri ödemekle yükümlü olan gerçek kişiler ya da tüzel kişiler vergi yükümlüsü olarak tanımlanırlar. Vergi yükümlülerinin bir kısmı kısmen veya tamamen vergi ödemek istemezler. Başka bir değişle vergi yükümlüleri, mensubu oldukları devletin gelir kaynakları içinde en önemli ve en sağlıklı gelir türü olan vergileri ödemeye karşı direnç gösterirler. Bu direnç, vergiye karşı koyma olarak tanımlanmaktadır.
Çağımızın koşulları, vergi uygulamalarını basit bir tahsil işlemi olmaktan çıkarmış, hem vergi politikası açısından hem vergi tekniği olarak birçok karışık sorunlara neden olmaktadır. Bu karmaşa vergi yükümlülerinin, ödevlerini yerine getirme olasılıkları ile vergiye karşı direnmelerini aynı oranda artırmaktadır. Bu nedenle vergi kayıp ve kaçaklarının yanı sıra vergilerin zamanında ödenmemesi ya da hiç ödenmemesi gibi sorunlarda yaşanmaktadır.
Vergi kayıp ve kaçaklarının önemli nedenlerinden biri kayıt dışı bırakılan ekonomik faaliyetlerden kaynaklanmaktadır. Kayıt dışı ekonomik faaliyetler, kanunen suç sayılan faaliyetlerden, gerçek miktar ve bedellerinin altında kayıtlara alınan veya hiç alınmayan faaliyetler nedeniyle gerçekleşmektedir.

Vergiye karşı koyma olgusunun sonucu olarak devletin vergi kaybı ortaya çıkmaktadır. Özellikle beyan esasına dayanan vergilendirme sistemlerinde vergiye karşı koyma direnci sürekli artış eğilimindedir. Kalkınmakta ve gelişmekte olan ekonomilerde kayıtdışı ekonominin payı arttıkça, gelir dağılımı bozulmakta sosyal adaletin sağlanması güçleşmektedir.
Vergiye karşı koymanın farklı biçimlerini 4 grupta toplamak mümkündür:
1- Bireysel olarak veya topluca kamu gücüne baskı yapmak
2- Hukuksal yollarla daha az vergi ödeme olarak vergiden kaçınmak
3- Doğrudan doğruya vergi kanunlarının hükümlerine ve vergi idaresinin uygulamalarına karşı gelmek
4- Sivil itaatsizlik veya ayaklanmaya yakın bir biçimde vergiye karşı koymak
 Kaynak:Deniz Türker-HURSES