Vergi hukukumuzda 2 tür zamanaşımı müessesesi tesis edilmiştir. Bunlardan birisi Vergi Usul Kanununda öngörülen “tarh” zamanaşımı diğeri ise Tahsilat Kanunda öngörülen “tahsil” zamanaşımıdır. Yasa koyucu bu iki zamanaşımını farklı koşullara bağlamış olup dolayısıyla sonuçları da farklıdır.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 114. maddesinde; vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlayarak beş yıl içinde tarh ve mükellefe tebliğ edilmeyen vergilerin zamanaşımına uğrayacağı; 374. maddesinde ise, vergi ziyaı cezasında cezanın bağlı olduğu vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın birinci gününden; 353 ve mükerrer 355’inci maddeler uyarınca kesilecek usulsüzlük cezalarında, usulsüzlüğün yapıldığı yılı takip eden yılın birinci gününden başlayarak beş yıl; usulsüzlükte, usulsüzlüğün yapıldığı yılı takip eden yılın birinci gününden başlıyarak iki yıl geçtikten sonra ceza kesilemeyeceği hükmü yer almıştır.
6183 sayılı AATUHK’nun 102. maddesine göre, Amme alacağı, vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrar.
Bu hükümlerden anlaşılacağı üzere, vergi alacağı doğduğu yılı takip eden 5 yıl içinde mükellefe tebliğ edilmezse tarh zamanaşımına uğramaktadır. Yine vergi alacağı, vadesini izleyen yıldan itibaren 5 yıl içinde ödenmez ise zamanaşımına uğramaktadır.
Zamanaşımına uğrayan vergi alacakları artık vergi daireleri tarafından mükelleflerden istenemez. Ancak, kanun koyucu tahsil zamanaşımı için özel bir düzenleme yaparak rızaen yapılacak ödemelerin kabul edileceğini hükme bağlamıştır.
Uygulamada karşılaşılan en önemli sorunlardan birisi zamanaşımı konusunun vergi daireleri tarafından yanlış uygulamasıdır. Zira, zamanaşımına uğradığı sabit olan bir çok vergi, vergi daireleri tarafından terkin edilmemekte, mükellefler adına hala vergi borcu varmış gibi uzun süreler kayıtlarda görülmektedir.
Hatta, 0,10 TL 0,20 TL gibi ticari icaba uygun olmayan çok küçük miktarlı ödemeler yapılarak vergi borcunun zamanaşımına uğramadığı düşünülmektedir. Oysa, bu tür ihtilafların vergi mahkemelerine taşındığı durumlarda mahkemeler tarafından, borçların zamanaşımına uğradığı gerekçeleriyle haciz ve ödeme emri gibi idari işlemlerin iptal edildiği, vergi idarelerinin ise yargılama giderlerine mahkum edildiği görülmektedir.
Tüm bu nedenlerle hem vergi idarelerinin gereksiz yere yargılama giderlerine mahkum edilmemesi hem de mükelleflerin haksız bir şekilde vergi borcu baskısıyla karşılaşmamaları için gerek vergi dairelerinin gerekse mükelleflerin bilinçli hareket etmesi gerekir. Şayet, mükellefler yeterli mevzuat bilgisine sahip değillerse, konun uzmanı kişilerden destek almalarını tavsiye ediyoruz. Zaten, bu konularda dernek olarak vergi mükelleflerimize ücretsiz olarak bilgilendirmeye devam etmekteyiz.
Kaynak:VERSAV Yazı Kurulu Tarafından Oluşturulmuştur.