Mükelleflerin Önemli Vergi Problemleri , Vergi mükelleflerinin çok sayıda problemi devam ediyor. Bunların başında; kâr payı stopajının yüksekliği, dördüncü geçici vergi dönemi ve indirilemeyen binek oto KDV’si geliyor. Özellikle; enflasyonun çok yüksek olduğu yıllarda uygulanan peşin vergi sistemi, koşullar değiştiği halde aynı katı kurallarıyla devam ediyor. Bu da, işletmeler üzerinde finansal sıkıntı ve iş yüküne yol açıyor. Bu durum, sorunların ve beklentilerin artmasına yol açıyor…
TÜRKİYE’de toplam vergi gelirlerinin yaklaşık yüzde 70’inin (dolaylı) tüketim, yüzde 30’nun ise (dolaysız) gelir üzerinden alınan vergilerden oluştuğu görülüyor. Tercih edilen bu sistemle, vergi geniş tabana yayılabiliyor ancak vergilemede adalet ihmal edilebiliyor.
Uygulamada, mükelleflerin sektörlere veya mükellefiyet türüne göre çeşitli problemleri olabiliyor. Ancak, reel sektör için yıllardır problem olarak görülen, tartışılan ve çözüm bekleyen üç önemli konu ise aşağıdaki gibi sıralanabilir;
- Kurumlar vergisi mükelleflerinin dağıtılacak kazançları üzerinden ödenecek stopaj.
- Dördüncü geçici vergi döneminin yarattığı finansal ve iş yükü.
- Devreden KDV sorunu ve özellikle binek otomobillerin alımında ödenen KDV nin indirilememesi.
I- KURUMLARIN KAR DAĞITIM STOPAJI YÜZÜNDEN MALİ TABLOLAR BOZULUYOR
Genel olarak, kurum kazancına kurumlar vergisi uygulandıktan sonra, dağıtılan kısım üzerinden yüzde 15 stopaj uygulanıyor ve bu kez hissedarların geliri olarak gelir vergisine tabi tutuluyor. Kurum kazançlarının, gelir vergisinden farklı olarak ayrı bir vergilemeye tabi tutulması sürekli şekilde aynı kaynağın ikinci kez vergilenmesi tartışmasını gündemde tutuyor. Buna karşılık ileri sürülen görüş ise, kurumlar ayrı bir hukuki kişiliktir ve bu durum hissedarların sorumluluklarını sınırlaması nedeniyle kişilerin hisselerine tekabül eden kazancını şahıs bünyesinde vergileme yanında kurum bünyesinde de vergilenmeli şeklinde yorumlanıyor.
Örneğin; Kurum kazancı üzerinden yüzde 22 kurumlar vergisinden sonra kalan net kazancın hissedarlara dağıtılması halinde ayrıca yüzde 15 oranında stopaj kesildikten sonra hissedara tutar ise menkul sermaye iradı olarak gelir vergisi beyanında bulunulması gerekiyor. Sonuçta, kurum kazancının dağıtılması halinde vergi maliyeti yüzde 40′ geçebiliyor.
Buradaki sorun, ayrıca yüksek olan stopaj uygulaması nedeniyle bir çok şirket kar dağıtımından kaçınmakta, ortaklar ise kar dağıtımı yerine çeşitli şekillerde şirketten para çekme yoluna gidiyor. Bu durum da, mali tabloların bozulmasına yol açıyor.
II- DÖRDÜNCÜ GEÇİCİ VERGİ DÖNEMİ KALDIRILMALI
TÜRK vergi sisteminde gelir üzerinden alınan vergiler, harcama ve servet üzerinden alınan vergilerden daha azdır. Buna rağmen, vergi sisteminin modernize edilmesi için de olsa, idare gelir üzerinden alınan vergiler üzerinde fazla durmakta. Gelir üzerinden alınan vergiler ise, gelir ve kurumlar vergisi olarak iki şekilde işliyor. Gelir vergisi, geçek kişilerin bireysel olarak elde ettikleri gelirleri üzerinden, kurumlar vergisi ise şirketlerin kurum olarak elde ettikleri kurum kazançları üzerinden alınıyor.
Gelir vergisi mükellefleri, bir takvim yılı içerisinde elde ettikleri gelirlerini bir yıl sonra Mart ayında beyan ediyor ve tahakkuk eden vergisini ise iki taksit halinde ödüyor. Kurumlar vergisi mükellefleri ise, bir takvim yılı içerisinde elde ettikleri kurum kazançlarını bir yıl sonra Nisan ayında beyan ediyor ve tahakkuk eden vergisini tek taksit halinde ödüyor.
Geçici vergi ise, gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin cari vergilendirme dönemlerinin gelir ve kurumlar vergisine mahsuben üçer aylık kazançları üzerinden yılda dört defa hesaplanıp ödenen bir peşin vergi olup, bir yıl sonra kanuni süresinde beyan edilecek yıllık beyanlarından mahsup ediliyor ve varsa kalanı ödeniyor. Gelir vergisinde oran, yüzde 15 ila yüzde 35 olarak uygulanıyorken, gelir geçici vergi oranı sabit yüzde 15 olarak uygulanıyor. Kurumlar vergisinde oran yüzde 20 (2018-2019-2020 yılları için yüzde 22) olarak uygulanıyorken, kurum geçici vergi oranı da sabit yüzde 20 (2018-2019-2020 yılları için yüzde 22) olarak uygulanıyor.
Ülkemizde bugün geçici vergi olarak uygulanan “peşin vergi” sistemi, ilk olarak enflasyonun çok yüksek olduğu 1980’li yıllarda başlayıp günümüze kadar devam etmiş bulunuyor. Kamu maliyesi açısından bakıldığında devlet o yıllarda haklıydı. Ancak, enflasyonun düştüğü ve işletmelerin ciddi finansal sıkıntı yaşadığı günümüzde, geçici verginin aynı koşullarda devam ettirilmesinin dayanılmaz çaresizliği yaşanıyor.
Bu şekilde; cari dönemde elde edilen kazançlardan, gelecekte alınması gereken vergilerin büyük bir bölümü hatta neredeyse tamamı önceden tahsil ediliyor. Ancak etkin bir enflasyon muhasebesi uygulanamadığı için mükellefler oluşan fiktif karlar üzerinden de vergi ödüyor. Ayrıca henüz elde edilmemiş ve ileride şüpheli veya değersiz hale gelebilecek kazançlar da kesinleşmiş kabul edilerek geçici vergi kapsamında tutuluyor. Bütün bu olumsuzluklar, vergilerini yasalara uygun şekilde ödeyen mükelleflerin, günlük işlemlerin gerçekleştirilmesi ve kısa vadeli yükümlülüklerin yerine getirilmesi amacıyla sahip olunan çalışma sermayesini önemli ölçüde azaltıyor. Bu durum ise, işin yürütülmesi ve yatırımlar açısından sakıncalı sonuçlar doğuruyor.
Görüldüğü üzere; yüksek enflasyon ortamında devlet, vergi ödeme sürelerinin uzunluğuna bağlı olarak maruz kaldığı gelir kaybını en aza indirmek amacıyla beyana dayanan gelir ve kurumlar vergisinde geçici vergi uygulamasını kullanıyor.
Bir zamanlar enflasyonun üç haneli olduğu, daha sonraları iki haneye düştüğü ve son olarak da tek haneye düştü düşecek ortamına geldiğimiz şu günlerde, halen peşin verginin katı kurallarıyla uygulanmasına devam edilmesi mükellefleri bezdiriyor ve tepki vermeye başladığı görülüyor. Kaldı ki; peşin verginin oranları da çok yüksek. Örneğin kurumlar vergisi oranı yüzde 22 oldu, geçici vergi oranı da yüzde 22 olarak uygulanıyor. Gelir vergisinde ise, alt dilimden oran yüzde 15 olarak başlıyor geçici vergisi oranı da yüzde 15 olarak uygulanıyor. Neredeyse yıllık verginin tamamına yakını yıl içerisinde tahsil ediliyor. Günümüzde uygulanabilir makul oranın eşit yüzde 10 olması gerekiyor.
Öte yandan, geçici vergi üçer aylık dönemler halinde yılda dört defa beyan ediliyor. Her beyan döneminde maliyet çalışmaları yapılıyor ve gelir tablosu hazırlanıyor. Bu durum; bir çok işletmenin muhasebe servislerinde veya muhasebe bürolarında ciddi iş yükü getirdiğinden dolayı bir çok gelir tablosu ve beyanlar hatalı veya sağlıksız olabiliyor. Geçici vergiyle ilgili yıllardır tartışılan en önemli konulardan biri ise, dördüncü geçici vergi beyanı bir sonraki yıl Şubat ayında veriliyor, oysa bir veya iki ay sonra yıllık beyanlar yapılıyor. Burada hiç değilse, dördüncü geçici vergi beyan döneminin kaldırılarak son dönemin yıllık beyan ile birleştirilmesi sonucu hem iş yükü azaltılabilir hem de sağlıklı ve hatasız beyanlar alınabilir.
Devletin, kendi çıkarlarını gözetirken, vergisini ödeyen mükelleflerin enflasyondan kaynaklanan kaybını da, finansal yapısını da iş yükünü de dikkate alarak ciddi bir çözüm sunması gerekiyor.
III- İNDİRİLEMEYEN KDV VE DEVREDEN KDV SORUNU
33 yılı aşkın bir süredir uygulanan KDV sisteminin de tartışılan önemli bir konu, mükelleflerin bazı alımlarında ödedikleri KDV yi indirememeleridir. Bunun başında ise; faaliyetleri kısmen veya tamamen binek otomobillerinin kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi olanların bu amaçla kullandıkları hariç olanlar, alım sırasında ödedikleri KDV’yi indiremiyor. Ancak, indiremedikleri KDV’yi maliyet veya gider yazabiliyor. Gerekçesi ise, işletmelere alınan binek otomobillerin kısmen işverenin şahsi işinde kullanılabiliyor olması olarak dile getiriliyor.
Bilindiği gibi binek otomobil alımlarında maliyetin yarısından fazlasını ÖTV ve KDV oluşturuyor. Buna, ödenen KDV nin hesaplanan KDV den indirilememesi de dahil edilince, birçok işletmenin mağduriyeti tartışılmakta ve çözüm beklenmekte.
Son zamanlarda KDV sisteminde tartışılan en önemli konuların başında ise, devreden (biriken) KDV’nin işletmeler üzerinde yük olarak kaldığı ve finansman sıkıntısına yol açtığı görülüyor. Bu hafta TBMM de görüşülmekte olan KDV reform kanun tasarısı ile devreden KDV ye çözüm getirilmeye çalışılıyor. Ancak, bu çözümün pratikte nasıl bir sonuç vereceği şimdilik fazla kestirilemiyor. Çünkü, ilk uygulama 1 Ocak 2019 da başlayıp en erken sonuç ise 2020 yılında alınabiliyor. Maliye Bakanlığı verilerine göre bu rakam 160 milyar lirayı aşmış bulunuyor.
TÜRK Vergi Sisteminin temel sorunu; dolaysız vergi oranlarının artırılması yerine vergi sisteminin dışına çıkmış olan kazançların, kayıp ve kaçakların yani özetle vergi kaydı dışında kalmış kazançların sisteme alınması gerekiyor. Son yıllarda artırılan kayıt dışı ekonomi ile mücadele politikaları ile vergileme-siyaset arasındaki hassas dengenin kurulmasındaki zorluk, kayıt dışı ekonomi ile mücadeleden beklenen olumlu etkilerinin ancak uzun dönemde realize edilebileceğini gösteriyor.
Uygulamada, mükelleflerin sektörlere veya mükellefiyet türüne göre çeşitli problemleri olabiliyor. Hiç değilse, yukarıda konu ettiğimiz ve mükelleflerce öne çıkan hususlara ivedi bir çözüm veya kolaylık bekleniyor.
Önerimiz;
TBMM de görüşülmekte olan KDV kanun tasarısı başta devreden KDV olmak üzere bir çok konuya çözüm getiriyor olsa da yeterli olmadığı görülüyor. 2018 yılında gündemde olan gelir/kurumlar vergisi yasa değişikliği tasarısını beklemeden, hazır torba kanun tasarısı TBMM de görüşülürken hiç değilse yukarıda sorun olarak gördüğümüz “dördüncü geçici vergi dönemi” nin kaldırılması ve yüzde 15 olan “kar dağıtım stopajı” nın uygulanabilir makul bir seviyeye çekilmesi reel piyasanın öne çıkan beklentileri arasında yer alıyor.
Uygulamada, mükelleflerin sektörlere veya mükellefiyet türüne göre çeşitli problemleri olabiliyor. Tıpkı son hazırlanan KDV reform tasarısında olduğu gibi, hiç değilse, yukarıda konu ettiğimiz ve mükelleflerce öne çıkan hususlara da ivedi bir çözüm veya kolaylık bekleniyor.
Kaynak:YMM Talha Apak- Alomaliye