Türkiye’de vergiler; 2005 yılına kadar Gelirler Genel Müdürlüğü (GGM) tarafından toplanırken, bu
tarihten sonra farklı bir idari yapıya yapılanmaya gidildi ve GGM kapatılarak yeni kurulan Gelir
İdaresi Başkanlığı (GİB) tarafından toplanmaya başlandı.
GİB in yeni organizasyon yapısının GGM”den temel farkı, yarı özerk bir kurum olması ve özellikle
taşrada il vergi dairelerinin Valılık ve Defterdarlığa bağlı olmaksızın vergi dairesi başkanlığı şeklinde
yapılandırılarak doğrudan merkeze bağlı olmalarıydı. GİB, merkezde ise doğrudan Bakana bağlı
kuruluş olma özelliğindeydi.
Bu yeniden yapılanma kapsamında, GGM ikiye bölünmüş ve GİB yanında ayrıca Gelir Politikaları
Genel Müdürlüğü (yeni adıyla Gelir Düzenlemeleri Genel Müdürlüğü) kurulmuştu. GİB, sadece vergi
tahsılatıyla uğraşan kurum olma özelliğindeyken vergi politikasının belirleyicisinin ise Gelir
Politikaları Genel Müdürlüğü olması öngörülmüştü.
Geçen 15 yıllık dönem deneyimi içerisinde, vergi tahakkuk ve tahsilatına ilişkin bazı veriler GİB
yapılanmasının başarılı bir model olup olmadığının sorgulanmasına yönelik sonuçlar ortaya çıkardı.
Bu verilerden birincisi gelir idaresinin kayıt dışı ekonomiyi ne kadar kavradığı ve vergi gelirlerinin
GSYH’ye olan oranının, bu süreç içerisinde artıp artmadığına ilişkindir. Bu oran, devletlerin bir yıl
içerisinde GSYH”nin ne kadarını vergi olarak topladığına yanıt vermektedir. İkincisi ise mükelleflerin
beyan ettikleri vergilerin ne kadarını ödediklerine ilişkin olan ve kısaca tahakkuk/tahsılat oranı olarak
tanımlanan orandır.

Tablodaki verilere göre vergi gelirlerinin GSYH’ye olan oranı; 1970lerin başında “%10’lar
seviyesinde iken, bugün itibariyle %25’ler dolayına gelmiştir. Bu oldukça başarılı bir gelişmedir.
OECD üyesi ülkeler içerisinde en iyi ilerleme oranlarından birisidir. Bu oranın diğer taraftan GİB’in
kurulduğu yıl itibariyle %23,4 olduğunu vurgulamakta fayda var.
Bu oranın artmasında, gelir idaresinin teknoloji kullanımındaki olağanüstü başarısı, önce vergi kimlik
numarası daha sonra TC Kimlik Numarası kullanımı uygulamalarının yaygınlaşması, üçüncü
kişilerden elde edilen bilgilerin mükellef beyanlarının doğruluğunun kontrolünde kullanılması, vergi
bilincinin artması gibi etmenlerin önemli olduğu değerlendirilebilir.
Buna karşılık aynı başarıyı, tahakkuk/tahsılat oranlarının gelişiminde görmek mümkün görünmüyor.
Bu oran, 1970 yılında %88,5. Daha sonra 1980 ve 1990’ların başlarında % 81’lere düşüyor.Buna
karşılık 1995 yılından 2006 yılına kadar dönemde ise sürekli bir artış gözlemleniyor. Bu oran;GİB”in
kurulduğu yılda “% 92 seviyesinde iken GİB kurulmadan önceki yıl inceleme dönemi içerisinde
en yüksek oran olan “% 93 seviyesinde gerçekleşiyor. Buna karşılık GİB’in kurulduğu yılı izleyen
2006 yılından sonra bu oranın sürekli ve düzenli olarak düştüğü gözlemleniyor.

2018 yılında ise tahakkuk tahsılat oranı son 50 yılın en düşük oranlarından biri olan o 81,4 oranında
gerçekleşti. Diğer bir ifadeyle mükellefler beyan ettikleri 100 TL verginin yaklaşık20 TI sini
vergi dairesine ödemediler ya da ödeyemediler. Bu gelir idaresi açısından, tartışmasız başarısız bir
sonuç olarak kabul edilmelidir.

Borçlu mükelleflerin malvarlığı araştırmalarının eski klasık yazışmalarla yapılması yerine kurumlar
arası elektronik bağlantılar yoluyla yapılmasına, e-tahsilat ve e-haciz gibi yöntemlerin kullanılmaya
başlanmasına rağmen, bu oranın sürekli olarak düşmesinin ve 2018 yılında tarihi olarak en düşük
seviyelerinden birisinde gerçekleşmesinin nedenlerinin üzerinde durulması gerekiyor.

Bunun çeşitli nedenleri olabilir. İlk neden, gelir idaresinin yeni GİB şeklindeki organizasyon
yapısının, başarılı bir model olmadığı seçeneğidir. Çünkü özellikle GİB’in ilk kurulduğu yıllarda
Türkiye’de iktisadi genişleme dönemleri olduğu için mükelleflerin vergi ödeme konusunda
zorlanmamaları gerekirdi. 3345 sayılı Gelir İdaresi Başkanlığı İle İlgili Bazı Düzenlemeler
Hakkında Kanunun daha sonrasında sıkça değiştirilmek zorunda kalınması örneğin merkezi
organizasyon yapısının sürekli yasalarla değiştirilmesi bu görüşü desteklemektedir.

Buna karşılık bu oranın düşüklüğünü sadece GİB organizasyon yapısına bağlamak yeterli ve/veya
doğru olmayabilir. Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünün yeterince etkin olmaması ve GİB’in hala
vergi politikasının belirleyicileri arasında temel aktör rolüne devam etmesi, yeni Vergi Dairesi
Başkanlığı Modeli 30 ilde kullanılırken geri kalan 51 ilde hala 2005 yılı öncesi uygulamasının
sürdürülmesi diğer nedenler arasında sayılabilır.

Vergi denetim birimleriyle ilgili 2011 yılında gerçekleştirilen yeniden yapılanmanın,bu oranın
düşüklüğü üzerinde etkisinin olup olmadığının da ayrıca araştırılması gerektiği
değerlendirilmektedir.Çünkü 2011 yılından sonra vergi gelirlerinin GSYHP”ye olan oranında da Yo
1 oranında düşüş gözlemleniyor.

Bu dönemde sıkça vergi afları ve/veya ödeme kolaylarına ilişkin düzenlemeler yapılması,sıkça yapılan
seçim ya da referandumlar dolayısıyla borçlu mükelleflerin üzerine gidilmesinde ihtiyatlı
davranılması, bu oranın düşük olmasının diğer etmenleri olarak kabul edilmelidir.

Tahakkuk/tahsilat oranının düşme eğiliminin devam etmesi ve bu konuda Gelir İdaresi Başkanlığının
yeniden yapılandırılması seçeneği dahil yukarıda belirtilen nedenlere ilişkin önlemler alınmaması
durumunda, mali göstergelerin daha kötüye gideceğinin ve toplanamayan vergiler yerine borçlanmanın
artacağının ve bununda uzun dönemde kamu hizmetlerinin sunum kalitesine yansıyacağının dikkate
alınması gerekiyor.